28 Kas 2011

FATİHİN İSTANBUL ZAFERİ (FETH-İ MÜBİN) KUTLU OLSUN


  29 MAYIS 1453 (FETH-İ MÜBİN)


KONSTANTİNİYYE ELBETTE FETH EDİLECEKTİR,O’NU FETH EDEN KUMANDAN NE GÜZEL KUMANDAN,

O’NUN ASKERİ NE GÜZEL ASKER






Artık gecikmeye sebep ve lüzum yoktur. Öyle bir fikri takibe ve öyle bir maksada hizmete hayatımızı vakfedelim ki, ya bu şehri alalım ve yahut fethi uğruna mücadele ederek hepimiz ölüm diyarını vatan edinelim.

  

FETİH KUTLU OLSUN



13 Kas 2011

Dört Kapı

 Dört Kapı



Öğrencilerinden biri Mevlana'ya sormuş;

"-Efendim, bu 4 kapı meselesini ben pek anlayamıyorum. Bana anlayabileceğim bir lisanla anlatır mısınız?"

"-Şimdi bak, karşı medresede dersini çalışan dört kişi var ve hepsi rahlelerine eğilmiş. Sen git bunların hepsinin ensesine bir şamar at, sonra gel sana anlatayım.
...

Öğrenci gitmiş, birincinin ensesine bir tokat akşetmiş. Tokadı yiyen derhal ayağa kalkıp arkasını dönmüş ve daha kuvvetli bir tokatla Mevlana'nın öğrencisini yere yıkmış. Öğrenci dayağı yemiş, geri dönecek ama hocasına itaat var. Yaradana güvenip ikinciye de bir tokat akşetmiş. O da derhal ayağa kalkıp elini kaldırmış. Tam tokadı vuracakken vazgeçip yerine oturmuş. Öğrenci devam etmiş, üçüncüye de bir tokat atmış. Üçüncü şöyle bir kafasını çevirip baktıktan sonra çalışmasına devam etmiş. Dördüncü, tokadı yemesine rağmen hiç oralı bile olmadan çalışmasına devam etmiş.

Öğrenci Mevlana'ya dönmüş, olanları anlatmış.
Mevlana; "-İşte sana istediğin örnekler....
Birinci, şeriat kapısını geçmiş biri idi. Şeriatta kısasa kısas olduğu için, tokadı yiyince kalktı, aynısını sana iade etti.

İkinci, tarikat kapısındadır. Tokadı yiyince o da kalktı, tam tokadı iade edecekti ki, tarikat öğretisinde verdiği söz aklına geldi. "Sana kötülük yapana bile iyilik yap". Onun için döndü, oturdu.

Üçüncü, marifet kapısına kadar gelmiştir. İyinin ve kötünün tek Yaradandan geldiğini bilir, inanır. Yaradan bu kötülüğe hangi iblisi alet etti diye merakından şöyle bir dönüp baktı.

Dördüncü, hakikat kapısını da geçmiştir. İyinin ve kötünün tek sahibi olduğunu ve aynı olduğunu bilir. Onun için dönüp bakmadı bile..."



Döndüm Mevlana Gibi

7 Kas 2011

Kurtların dostluğu

Bayburt Eymur Köyü


Bir Hakk dostu anlatır:

Geniş ve ıssız bir ovadan geçiyordum. Garip bir çobana rastladım. Gördüm ki, derin bir huşû içinde namaz kılıyor, sürüsünü de kurtlar koruyordu. Taaccüb ettim. Merakla namazın bitmesini bekledim ve:

“–Ey çoban! Kurtlar nasıl oldu da koyunlarınla dost oldu? Onlardaki düşmanlık ve cânîlik rûhu nasıl oldu da yerini sulh ve muhabbete terketti?” diye sordum.

Allâh’a secdenin alâmeti sîmâsını nûra bürümüş olan sâlih çoban, şöyle dedi:

“–Ey garip yolcu! Kurtların kuzulara olan şu dostluğundaki sır, çobanın, sürünün asıl sahibine olan dostluğuna bağlıdır. Yâni bu hâl, muhabbetteki bir sırdır.”

Bu kıssada da görüldüğü üzere muhabbet, öyle bir sırdır ki, insanın rûhunu inkişâf ettirip geliştirme bakımından ondan daha güçlü bir müessir yoktur. Hele o muhabbet bir aşk hâline gelmişse, onun nûru bütün hevâ ve hevesâtı yakar. Zulmet perdelerini kül eyler ve gönlü sonsuz yüceliklere nâil kılar. Zîrâ:

“Ben gizli bir hazîne idim. Bilinmeme muhabbet ettim de bu kâinâtı yarattım.” (İ. Hakkı Bursevî, Kenz-i Mahfî) beyânında ifâde edilen gizli hazînenin en yüce vasıflarından biri de, mutlak güzellik idi.
İşte Cenâb-ı Hakk, bu esrârlı ve nâmütenâhî idrâk ötesi güzelliğin gizli kalmasını arzu etmedi ve kâinâtı yarattı.

Bu yaratışta O’nun sonsuz güzellik ve nûr deryâsından bir damlacık, bu âleme ve toprağa nasîb oldu. Böylelikle toprak, diğer varlıklardan ayrı bir üstünlük ve meziyet kazandı. Öyle ki Allâh Teâlâ, varlıkların en şereflisi olarak yarattığı insanı da topraktan halketti.

Bütün varlıkları ilâhî muhabbetle yaratan Allâh -celle celâlühû-, onların herbirini kendisinin san’at ve kemâline delîl kıldı. İlâhî bir san’at hârikası olan insanın varlığı da, aşk ve muhabbetin kâmil bir tezâhürü oldu. Zîrâ Hakk’ın gizli hazînesinden taşıp coşarak tezyin ettiği bu âlem ve topraktan murad, yalnız alabildiğine engin yeşil kırlar, vâdîler, ulu sahrâlar ve dağlar değildir. Toprağın ve bütün mahlûkâtın yaratılışına vesîle olan aşk, muhabbet menbaı ve kâinâtın özü olan insandır. Bu itibarla insanın mükerremliği, yaratılış gâyesini koruyabildiği nisbettedir.

Diğer taraftan var oluş sebebi “muhabbet” olduğundan her canlıda bu vasıf, fıtrî bir temâyül arzeder. Bir akrebin bile yavrularını sırtında taşıması, muhabbetin bir neticesidir. Ve bu temâyül, varlıkların en şereflisi olan insanda zirvededir.


Deli gönül
Bilmeyen ne bilsin seni, gamlanma deli gönül..
Gönülden anlamayana, bağlanma, deli gönül.
İçin tatlı, özlü yemiş, kıırıldıkça ballanır.
Sende ki seni koyup, avlanma, deli gönül..

Bu görünen ben değilim, ben ben dediğim nedir ?
Dilimle söz söyleyen, sözü söyleten midir_?
Baştan ayağa gömleksem, içimdeki ben midir?
Sureti ben sanıpta, avlanma deli gönül..

Sinenin içindekine aldanıp, gönül sanma..
Varacağın o menzili; tesbih, seccade, sanma..
Attığın üç, beş adımla, yollar tükendi sanma!
Yolların başındayken, sallanma, deli gönül..

Padişaha vasıl olan, elbet olur padişah..
Sırların sırrı onda "Lailahe illallah".
Görmeyerek yol yüreyen "bela bulur" ahu vah..
Sarayda vahdet vardır, canlanma deli gönül !

Hz. Mevlana.

 

5 Kas 2011

Bayramınız mübarek olsun

Bayburt Eymur Köyü

Arefe Günü Sabah Namazından İtibaren Bayramın Dördüncü Gününün İkindi
Namazına Kadar Yirmi Üç Farz Namazının Arkasından Birer Defa,

"Allahü Ekber Allahü Ekber, La ilahe İllallahu Vallahu Ekber. Allahu Ekber

Ve Lillahi'l-Hamd "Diye Tekbir Getirilir ki, Buna"Teşrik Tekbiri"Denir."


      "Anlamı Şöyledir: "Allah Herşeyden Yücedir, Allah Herşeyden Yücedir.
Allah'tan Başka İlah Yoktur. Ey Allah'ın Herşeyden Yücedir,
Allah Herşeyden Yücedir. Hamd Allah'a Mahsustur"
(Erdal Özdemir)

4 Kas 2011

Bugün CUMA

Bayburt Eymur Köyü

Bugün CUMA

Yürüyorsun..telaşların omuzlarında..çalışıyorsun umutların köşe başlarında..yaşıyorsun özlemlerin yarınların ardında..gülüyorsun mutlulukların var-yok arası gidip gelmelerde..an'ın bıçak sırtında nefes alıp veriyorsun..aldığın nefes kadar umutlusun,verdiğin kadar huzurlusun.. 

Sürekli ve kalıcı sanıyorsun kendini..oysa bedenini bir andan başka bir ana taşıyamıyorsun..sonraların sonrasında hayallerin..iki dudağının arasında hayatın..alıp verdiğin nefes kadar varsın..nefesin ha bitti ha bitecek.. 

Varlığını çoğaltıyorsun kendince..biriktiriyorsun elinde olanlar bitti bitecek.. 

Kızgın bir kor gibi avucunda kaygıların..şehrin girdaplarında bir varsın bir yoksun..umut ile umutsuzluk arasında dolanıyorsun.. 

Kaldırımların sana söyleyeceği yok..kapılar bir yerlere açılmıyor..meydanlar sesine ses katmıyor..sokaklar kalbine çıkmıyor..aynalarda yüzün eskimiş,ağlıyor.. 

Bilmeden benliğini sivriltmişsin..farkında değilsin umutlarının hepsini cılız nabzına taşımışsın..sesin çöle düşüyor,sözün boşlukta kalıyor..huzurdan azalıyorsun her an hüsranın büyüyor.. 

Bugün cuma..varlığın bayramı bugün...seni varedenin seni severek var kıldığını haykırıkıyor ezanlar..seni sevenlerin ve sevdiklerinin arasına katan Rabbinin,varlığını sadece varlığını,hiç bir şeye sahip olmasanda,hiç bir albenili görüntüye sığınmasanda,hiç koşulsuz kabul ettiğinin habercisi ezanlar.. 

Dur şimdi..şimdi dur..kendini kırılgan aynalarda çoğaltmaya çalışan bencilliğini sustur..seni boş sevdaların yokuşuna süren hırsını sakinşleştir.. 

Gürültüyü kes;secdenin sükunetine at özlemlerini..kıskanıpta seni güya iyliğin için bin bir cezbeyle dünyanın kuyusuna atmak isteyen,atıpta ardından kanlı gömleğine bakarak yalan yere ağlayacak sahte kardeşlerinden uzağa at kalbini ve kalıbını.. 

Bugün cuma.. 
Dünyadan ümidini kes.. 
Sonsuzun pınarına yapıştır dudağını.. 

Senai DEMİRCİ

1 Kas 2011

KURBAN NASIL KESİLİR

Bayburt Eymur Köyü


GRAFİKLERLE KURBANLIĞIN YATIRILIŞI ve KESİMİ


Kurban, mümini Allah'a yaklaştırır


Kurban Bayramı, Hz. İbrahim ve İsmail'den günümüze kadar, hep bir kahramanlık, fedakarlık, hasbîlik ve teslimiyet sembolü olagelmiştir.

   Kurban Bayramı, tıpkı orduların savaşa gidişi gibi gürül gürül tekbirlerle gelir ve bir velvele olur, her yanda yankılanır. Onda hem bir mûsiki ve şiir hem de muharebelerin bin tarraka ile gürleyen hakkı ilan sesleri iç içedir.

   Kur'an-ı Kerim'de 'Kesilen kurbanların ne eti, ne de derisi Allah'a (cc) ulaşır. Yaradan'a ulaşan sizin takvanızdır.' denilmektedir.

   Bu lütfun gerçekleşebilmesi için kesilen kurban Allah rızası için kesilmeli, etleri ise yine Allah (cc) rızası için fakir fukaraya dağıtılmalıdır. İbadetler hikmetlerinden veya getirdiği faydalardan ziyadeAllah emrettiği için yapılır. 
   Ama onların hikmetlerini ve güzelliklerini bilmek bizim kulluğumuzun bir gereği ve Allah'ın nimetlerini yâd etmek için birer vesiledir.
   Kurban kesmenin de Allah'ın bir emri olması hasebiyle sayısız hikmetlerinin olduğunda şüphe yoktur. Kurban kesmek, öncelikle peygamberlerin babası Hz. İbrahim'in, oğluna bedel olarak    Allah'ın gönderdiği koçu kesmesi hadisesini bizlere hatırlatıyor.
   Hayat nimetine şükrün bir ifadesi olarak kurbanı kesiyoruz.
   Ayrıca ahirete bir hazırlık olması, günahlarımızın affı ve kabirle başlayan yeni bir hayat yolunda kurbanın bizi manevi bir burak gibi alıp selamete ulaştıracağını da verilen müjdeler ışığında Rabb'imizden umuyoruz.
   Hac Sûresi'nde (22/34) ifade edildiği gibi kurban kesmekten asıl maksat Allah'ın hatırlanması, zikredilmesidir.
   Zira bizim varlık gayemiz Allah'ı bilme, tanıma ve O'na yaklaşmadan ibarettir.
   Burada Allah'a yaklaşma ameliyesi adeta bir bayram olarak ilan edilmiştir.
   Kurban kesmenin, insan olarak hepimizin mutlaka almak zorunda olduğu gıdalarla da yakından alakası vardır.
   Din, hayatımızın her safhasını kuşatıyorsa, bizim bu yönümüze de hitap etmeli değil midir? Etin, insan için zaruri gıdalardan olduğunda şüphe yok.
   Ama bu gıdanın herkes tarafından rahatlıkla temin edildiğini söyleyemeyiz.
   Nafile olarak başka zamanlarda kesilen kurbanların dışında, Kurban Bayramı'nda da Müslümanlar, kestikleri bu hayvanlarla et yemekten mahrum bulunan önemli büyük bir kitleyi bu nimetten istifade ettirmektedir.

Mükremin Albayrak,İstanbul






KURBANLIK ALIRKEN NELERE DİKKAT EDİLMELİ?

Kurban; koyun, keçi, sığır, manda ve deveden olur. Kurban olabilmesi için, hayvanın süt dişlerini değiştirmiş olması gerekir. Hayvanın, sağlıklı, azaları tam ve besili olması ibadetin sıhhati için şarttır.
- Bir ya da iki gözü kör olan havyanlar kurban edilemez.

- Kulağı ve boynuzunun üçte biri gitmemiş olmalı, burnu kesik olmamalı.

- Kuyruğunun üçte biri gitmemiş ve ağır hasta olmamalı

- Kesim yerine yürüyerek gidemeyecek derecede aksak olmamalı.

- Dişlerinin yarıdan fazlası düşmüş olmamalı, dilinin büyük bölümü
yerinde olmalı.

- Koyun ve keçide bir, sığırda iki memesi kurumuş olan hayvan kurban edilemez.

KURBANLIK SIĞIRIN YATIRILMASI

Yaklaşık 8 metre uzunluğunda kalın bir ip önce boynuzlardan sıkıca bağlanarak boyuna geçirilir.


Ardından ip hayvanın ön ayakların koltuk altından sırtına doğru dolanarak bağlanır.



İp sol tarafından arka kısma devam ettirerek karın ve arka ayak arasından sırta doğru dolandırılır.


Sırt kısmından uzanan iple 2 kişi kurbanı geriye çekerken önde 1 kişi kurbanın başını tutar.


Kurbanın yüzü kıbleye çevirilip ön ve arka ayaklar birbirine bağlanır. Kesim tamamlandıktan sonra hayvanın içindeki kanın daha güzel boşalması için ayaklardan biri (sol akra tercih edilmeli) serbest bırakılmalı. Küçükbaş hayvanlarda bir ayak bağlanmayabilir.


Kesim için yapılacak dua:

Kesimden önce "Allahümme hâzâ minke ve leke, inne salâtî ve nüsükî ve mahyâye ve memâtî lillâhi rabbil âlemîn. Allahümme tekabbel minna. Amin." denerek okunup kesim başladığında Çevreden bulunanlarla birlikte teşrik tekbiri getirilir "Allahu Ekber, Allahu Ekber, Lâ ilâhe illâllâhu vallâhu Ekber, Allahu Ekber ve lillâhi'l-Hamd"

Kesim:
Kesen kişi "Bismillahi Allahü Ekber" dedikten sonra beklemeden kurbanın boyun kısmında 3 damarı birden kesmeli.

Yön: Kurbanlık hayvan başı ve ayakları kıbleye döndürülmeli. Kesen kişinin de kıbleye yönelmesi sünnettir.

Vekalet: Kurbanın sahibi kesmeyi bilmiyor ise kesebilecek başka birini vekil tayin ederek kestirebilir. Bunun için (Allah rızâsı için bayram kurbanımı kesmeye seni vekil ettim) demesi ve kalben de niyet etmesi lâzımdır.

Kanın akması için derinliği ve genişliği yarım metre olan bir kuyu açılmalı. İş bitiminde kapatılmalı.

28 Eki 2011

Lokman Hekim

Bayburt Eymur Köyü


Acılar sevgiyle tatlılaşır
Lokman, işinde becerikli, sadık ve sevilen bir köleydi.
Efendisi ona oğullarından daha çok güvenirdi. Çünkü o,
görünüşte köleydi ama nefsinin efendisiydi. Efendisi, ondaki
bu olgunluğun farkındaydı. Lokman'ı âzat etmek için uygun bir fırsat kolluyordu.

Efendinin önüne yemek geldiğinde, Lokman'ı çağırır, önce onun yemesini isterdi. Onup yiyip içtiklerini zevkle yer,
yemediklerine elini sürmezdi.

Bir gün, efendiye bir kavun hediye getirdiler. Her zaman
olduğu gibi Lokman'ı çağırttı. Kavundan bir dilim kesip
Lokman'a uzattı. Lokman, ikram edilen kavunu iştahla yedi.
Efendi bir dilim daha verdi. Lokman, aynı şekilde onu da yiyip
bitirdi. Efendi Lokman'ın kavunu iştahla yediğini görünce, çok
sevdiğini düşünerek, bir dilim kalasıya kadar hepsini ikram
etti. Son kalan dilimi ağzına götürüp bir lokma alınca,
kavunun tadının zehir gibi olduğunu farketti. Kavunun
acılığından gözünden ateş çıktı. Boğazı yandı. Dili kabardı.

Ağzındaki acılık gittikten sonra, Lokman'a, ''Böyle acı kavunu
nasıl iştahla yedin?'' diye sordu. Lokman, ''Efendim! Bugüne
kadar sizin birçok güzel ikramınıza nâil oldum. Acı olduğunu
bilmeyerek verdiğiniz bu ikramı, geri çevirmekten utandım.
Ayrıca size olan sevgim, kavunun acılığını bana
hissettirmedi.''
***
Acılar, sevgiyle tatlılaşır
Bakır, yoğurulunca sevgiyle altın olur
Bulanmışlar, sevgiyle durulur
Dertler, sevgiyle devasını bulur
Sevgi, ölüyü diriltir
Şahı ise sana köle yapar.

Alıntı



DİL ve KALP
Lokman Hekim, bir çırağıyla ava çıkmıştı, uzun yoldan evine döneceği sırada bir kabile reisi bu meşhur hekimi misafir etmek istedi.
Lokman Hekim, nasıl beden dilinden anlıyorsa öyle de gönül ve ruh dilinden anlıyordu. Kırmadı kabile reisini. O gece misafir kaldılar. En semiz koyunlardan biri kesildi. Yemek için harekete geçildi. O sırada Lokman Hekim, çırağını imtihan etmek istedi:
- Getir bakayım bana koyunun en temiz iki organını.
Çırak gitti koyunun kalbini ve dilini getirdi.



Lokman: “Aferin!” dedi, tam isabet. Bir canlının en temiz iki organı kalbi ve dilidir.”
Yediler, içtiler, şükrettiler. Sabah olduğunda da her misafirin yaptığı gibi, yola revan oldular.
Ne var ki yol kısa değil, Lokman aslında ava çıkmış gibi görünüyor; ama bu av sıradan bir yiyecek bulma avı değil. Hekimlik yolunda yeni bitkiler, ilaçlar bulma yolculuğu…
Akşama yakın bir saatte bir başka kabile reisi de Lokman Hekim’e misafir olması için ısrar etti.
İmkân varsa, davete icabet etmeli. Lokman Hekim de öyle yaptı. Yine akşam ve daha semiz bir koyun kesildi. Bu seferki imtihan daha zorluydu.
Lokman, çırağına: “Haydi şimdi de koyunun en pis iki organını getir bana.” dedi.
Çırak gitti, bir süre sonra yine kalp ve dille dönüp geldi.
Uzattı kalp ve dili Lokman Hekim’e. İşte efendim, dedi, bir canlının en pis iki organı.
Lokman: “Aferin dedi, sen sadece görünen, duyulan bilgilerle değil; aynı zamanda marifetle de donatmışsın kendini. Gerçekten de kalp ve dil, bir canlının hem en temiz, hem de en pis organlarıdır.”
Alıntı





"Namazda kalbini koru.


Yemekte boğazını koru.
İnsanlar arasında dilini koru.
Başkasının evinde gözünü koru.
Allah'ı ve ölümü hiç unutma.
Yaptığın iyilikleri ve sana yapılan kötülükleri, hiç hatırlama.
Âlimlerle ve ilim meclislerinde bulun; onlardan ayrılmamaya çalış.
Ekmeğini muttakilere (takva üzere yaşayanlara) ve iyilere yedir. İşini de, bilginlere danışarak yap." (Ruhu'l-Beyan, Cild, 7) "Herkesin hükmetme"hâkim olma"sevdalısı olduğu bir zamanda,"hâdim olabilen hizmet edebilir. (Bkz. Hâdimü'l Harameyn, Cihat, Gaye, Maksat)
Lokman Hekim’

Alıntı:Ahaffi




HİÇ BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?

Bayburt Eymur Köyü
:):)
HİÇ BÖYLE BİR DOSTUNUZ OLDU MU?
Çok konuşmazdı. 
Daima düşünceliydi. 
Kötü söz söylemezdi. 
Kimseyle çekişmezdi. 
Her zaman ağırbaşlıydı. 
Boş şeylerle uğraşmazdı. 
Dünya işleri için kızmazdı.
Lüzumsuz yere konuşmazdı. 
Umanı umutsuzluğa düşürmezdi. 
Kimsenin kusurunu araştırmazdı. 
Affediciliği tabi idi, intikam almazdı. 
Vakar ve sükunetle rahatça yürürdü. 
Gerçeğe aykırı övgüyü kabul etmezdi. 
Susması konuşmasından uzun sürerdi. 
Hoşlanmadığı bir şey hakkında susardı. 
Sıkıntılı hallerinde kabalaşmaz, bağırmazdı. 
Konuşurken çevresindekileri adeta kuşatırdı. 
Konuşurken yüzünü başka tarafa çevirmezdi. 
Sade kıyafetler giyer, gösterişten hoşlanmazdı.

Kendi şahsı için asla öfkelenmez ve öç almazdı. 
Yürürken beraberindekilerin gerisinde yürürdü. 
Konuştuğunda ne fazla ne de eksik söz kullanırdı. 
Bulunduğu mecliste ayrıcalıklı bir yere oturmazdı. 
Sıradan değildi ama sıradan insanlar gibi yaşardı. 
Kapısına yardım için gelen kimseyi geri çevirmezdi. 
Kimseye hakkında hayırlı olmayan sözü söylemezdi. 
Kelimeleri, parıldayan inci dizileri gibi tatlı ve berraktı. 
Her zaman hüzünlü ve mütebessim bir haletle dururdu. 
Adet üzere sarf edilen hiçbir kötü sözü ağzına almamıştı. 
Fakirlerle birlikte yerdi, öyle ki onlardan ayırt edilmezdi. 
Yanında en son konuşanı ilk önce My gibi dikkatle dinlerdi. 
Hiç kimseyi ne yüzüne karşı ne de arkasından kınar ve ayıplardı.
Adımlarını geniş atar, yüksek bir yerden iç gibi öğe doğru eğilirdi. 
Düşmanlarını affetmekle kalmaz, onlara şeref ve değer de verirdi. 
Yürürken ayaklarını yerden canlıca kaldırır, iki yanına salınmazdı. 
Dostlarına şöyle derdi: "Dünyada garip bir kimse, yahut bir yolcu gibi ol." 
Uğramaktan, saygısızlık etmekten ve saygısızlık edilmekten sana sığınırım."
Saptırılmaktan, kanmaktan ve kandırılmaktan, haksızlık etmek ve haksızlığa 
Sabahları evinden çıkarken şöyle derdi: "İlahi, doÄŸru yoldan sapmaktan ve 

AMİN!.

27 Eki 2011

Biraz Tebessüm

Bayburt Eymur Köyü


Biraz Tebessüm





‎*Abdest var mı?
*Yoook
*Namaz var mı?
*Yoook
*Zikir var mı?
... *Yoook
*Fikir var mı?
*Yoook
*Şükür var mı?
*Yoook
Ee yeme içme, yatıp kalkma var mı?
*Vaaar

*Onu benim ahırdaki öküz de yapıyo.....!!!





Ölür müsünüz, öldürür müsünüz

Bizim coğrafyamızın fıkraları tabii ki çok farklıdır bunlardan. Seçimde kazananlara burada yenilmiş muamelesi yapmak nasıl Amerika’da zor anlaşılırsa, fıkralar da her coğrafyada farklı içerikler taşır.
Osmanlı paşası, çevresindekiler arasında dalkavukluk yarışı açmış. Bunlardan biri ertesi gün paşaya bir satırı Arap harfleriyle, bir satırı Latin harfleriyle yazılmış bir mektup göndermiş. Paşa adamı çağırıp, “Bu mektup ne anlama geliyor?” diye sormuş. Mektubu yazan izah etmiş bir satırı Arap bir satırı Latin harfleriyle yazılmış mektubu:


- Paşam bir satırı sağdan sola, aşağıdaki satırı soldan sağa okursunuz. Başınızı her satırın sonunda başa döndürmek zorunda kalmayacağınız için aziz boynunuz yorulmaz!


Bir de Osmanlı paşasına bayram sabahı “Ölür müsünüz, öldürür müsünüz?” diye soran konağın kahyası vardır. Paşa “Neden?” diye sorunca kahya, “Komşu konağın paşası size bayram hediyesi olarak ipek kefen göndermiş” diye durumu açıklar ya.
Bu fıkraları bir Amerikalıya anlatsanız herhalde gülmez. Bizim Nasreddin Hoca fıkralarının tadına varmakta zorlanacakları kesindir.


Hoca ve dilenci

Hani Hoca yolda eski bir tanıdığına rastlamış. Adam “Hoca özledim seni, bize gel de tuz ekmek yiyelim” demiş. Hoca akşam adamın evine gitmiş. Bir bakmış ki yemek masasının üzerinde gerçekten sadece tuz ve ekmek var.
O sırada evin aşağı kattaki kapısı çalınmış. Ev sahibi pencereden aşağı eğilip, kapıyı çalan kim diye bakmış. Bir dilenci “Allah rızası için bir sadaka” diye sesleniyormuş kapının önünde.
Ev sahibi sinirlenmiş, “Aşağı gelirsem gebertirim seni, defol git” diye bağırmış. Ama dilenci “Bir sadaka” diye direnmiş. Bunun üzerine Hoca pencereden aşağı eğilip, dilenciye seslenmiş:
- Kardeşim hemen git buradan. Bu adamın dediği dediktir. Gelirse gerçekten gebertir seni…



Nasıl da akıllandın

Hoca yolculuk sırasında mola verip bir hana girer. Bu sırada hana bir başka yolcu daha girer ve ikisi birden hancıdan yiyecek birşeyler isterler. Fakat hancı yiyecek olarak sadece bir balık olduğunu söyler ve bunu paylaşmalarını önerir. Bunun üzerine hoca:

-Ben balığın sadece başını yiyeceğim der.Hancı bunun nedenini sorar. Hoca da:
-Balık başı zekayı artırır.Balık başı yiyen insan akıllı olur de...r.Bunun üzerine diğer yolcu hemen atılır ve Hoca'ya :
-Balık başını niye sen yiyeceksin? Ben yemek istiyorum der.Hocada itiraz etmez.Balığın koca gövdesini Hoca yer ve bir güzel karnını doyurur.Diğer yolcu ise sadece balığın başını yer ve Hoca'ya seslenir:
-Sen koca gövdeyi yedin karnını doyurdun.Ben sadece kafayı yedim aç kaldım der.Hoca da bunun üzerine şöyle der:
-Bak hemen nasıl da akıllandın! :)



Çoban ile Banka Danışmanı

Çoban´ın biri dere kenarında koyunlarını otlatıyormuş. Tam o anda, Yanına bir Cherokee Jeep yanaşmış. Brioni gömlek, Cerruti ayakkabılar giyen, Ray-Ban gözlüklü ve YSL kravatlı bir sürücü aşağıya inmiş ve çobana sormuş.
- Eğer kaç tane koyunun olduğunu bilirsem bana onlardan bir tanesini verir misin?
Çoban bir adama birde koyunlarına bakmış,
- Tamam diye cevap vermiş. Genç adam arabasını park etmiş, telefonunu bilgisayarına bağlamış bir NASA sitesine girmiş, GPS´ini kullanarak yeri taramış, bir database ve logaritma ile doldurulmuş 60 excel tablosunu açmış ve 150 sayfalık bir rapor basmış. Çobana dönmüş,
- Tam olarak 1586 adet koyunun var demiş.

Çoban
- Doğru diye cevap vermiş,
- Koyununu alabilirsin. Genç adam koyunu almış ve jeep´inin arkasına koymuş. Bu sefer çoban genç adama dönmüş.
- Eğer senin ne iş yaptığını bilirsem koyunumu geri verirmisin? Diye sormuş.
Adam,
- Evet neden olmasın diye yanıtlamış.
- Sen Dunya Bankasi ´nda Danışmansın demiş çoban.
Adam sormuş,
- Nasıl oldu da bildin?.
Çoban
- Çok basit diye cevap vermiş.
- Buraya çağrılmadan geldin, bu bir..
- İkincisi benim bildiğim bir şeyi bana söylemek için benden birkoyunumu istedin.
- Üçüncüsü yaptığın hiçbir şeyden anlamıyorsun çünkü köpeğimi aldın!Bu yayını daralt



Eşinin başı açık kendi kafası kapalı olanlar

Bazı siyaset uzmanlarının yorumlarına göre, TBMM’nin yeni Başkanı Köksal Toptan’ın eşinin başının açık olması ile, devletin zirvesinde denge sağlanıyormuş. Bu hesapla, bakarsınız Bakanlar Kurulu da “Bir tane eşinin başı açık- bir tane eşinin başı kapalı” bakanlardan oluşan dengeye dayalı kurulur. Böylece bakanların başlarında akıl olup olmadığına bakmak gereği de ortadan kalkar.


Çünkü bu uzmanlar, eşinin başı açık ama kendisinin kafası dünyaya kapalı nice isme “rejim”i teslim etmeyi çağdaşlık diye sunuyorlar.
Alıntı
Mehnet BARLAS  







Gezdim şam ile halep,eyledim ilmi talep ; insanda yok ise haya ile edep,, okusada merkep....! okumasada merkep......!




  




Müslümanlar 5'e ayrılır:1-Tam zamanlı..2-Cumadan Cumaya..3-Ramazandan Ramazana..4-Bayramdan Bayrama..5-"Benim kalbim temiz"



karikatürler 1


karikatürler 10

 


karikatürler 12

karikatürler 11
 
 

Ben evlenirken neredeydin o zaman

Adamın biri tam uçağa binecekmiş, arkasından bir ses duymuş: -sakın binme uçak düşecek- Adam dönüp bakmış kimse yok. Allah allah demiş. İçinede bir kurt düşmüş, binmekten vazgeçip diğer uçağı beklemiş. O arada acı haber gelmiş : -Uçak düştü bütün yolcular öldü-
    Ertesi gün trenle gideyim en iyisi demiş, tam trene binecek yine aynı ses – sakın binme tren raydan çıkacak demiş.- Dönüp bakmış arkasına yine kimse yok. Neyse demiş binmiyeyim en iyisi. Akşam trenin haberi gelmiş, raydan çıktı diye. Adam şükretmiş.
    Ertesi tam otobüse binecek yine aynı ses – Sakın binme, otobüs kaza yapacak.- Adam bakmış yine kimse yok, sinirlenip bağırmış : Kimsin lan sen… Aynı ses tekrar duyulmuş. – Ben senin iyilik meleğinim.- Adam dahada kızmış : ee ben evlenirken neredeydin o zaman


HOCA İLE ÖĞRENCİ ARASINDAKİ BİR DİYALOG

Üniversite yemekhanesine giren bir öğrenci tüm yerler dolu olduğundan gidip üniversite profesörünün oturdugu masaya oturmuş.

-Profesör kaşlarını çatarak: " Öküzler ve kuşlar aynı masada oturamaz!

- Öğrenci: "O zaman ben uçuyorum...
...
- Profesör cevaba çok sinirlenmiş, sınavda öğrenciye takmış ve sınavını başarısız geçmesi için elinden geleni yapmış.Yalnız sınavda öğrenci tüm soruları mükemmel bir şekilde cevaplamış.

- Profesör öğrenciye: Sana son bir soru soracağım, demiş.Yolda yürürken iki torba bulduğunu hayal et, birinde akıl var, diğerinde ise para var. Hangi çuvalı alırsın?

- Öğrenci: Para olan çuvalı seçerdim...

- Profesör: Ben akil olan çuvalı seçerdim...

- Öğrenci:Normal ! Kimde ne eksikse onu seçer...

- Profesör çok sinirlenmiş, öğrencinin not defterini alıp içine "öküz" yazmış.

- Öğrenci nota bakmadan odadan cıkmış.Bir dakika sonra öğrenci kapıyı aralamış : 
"Sayın profesör, imzanızı atmışsınız, fakat notumu yazmayı unutmuşsunuz" demiş. 





 

 

 

 

 



BUYURUN CeNaZe NAMAZINA




25 Eki 2011

CENNETE EN SON GİRECEK KİMSE…

Bayburt Eymur Köyü

CENNET VE CENNETE EN SON GİRECEK KİMSE… 


Cennet; sözlükte “bitki ve ağaçlarla örtülü yer ve bahçe” anlamına gelen cennet, din literatüründe, îmân edip sâlih amel işleyenlere, ahirette vaat edilen nimet ve mükâfat yurdu ahirette, Müslümanların nimet ve mutluluk içerisinde, sonsuz olarak yaşayacakları yer olarak tarif edilir.

Cennet, bir hayal değildir!

Cennet sözünü duyduğumuzda, kurduğumuz hayaller vardır. Bağ bahçe, yeşilliklerle örüntülü doğa güzelliği, huriler, hizmetçiler, sonsuz bir hayat, sonsuz ve dünyada eşine rastlanamayacak olan nesneler, nimetler, meyveler gibi şeyler gelir aklımıza.
Allahu Zülcelâl, Kurânı Kerim’de mealen buyurdu ki: “Rabbinizden (af ve) mağfiret istemeye ve Cennet'e girmeğe koşunuz. Bunun için çalışınız! Cennet'in büyüklüğü, gökler ve yer küresi kadardır. Cennet, Allahu Teâlâ’dan korkanlar için hazırlandı. Bunlar, az bulunsa da mallarını Allah yolunda verirler, öfkelerini belli etmezler, herkesi affederler. Allahu Teâlâ, ihsan edenleri sever.” (Âl-i İmrân; 133)

İnsan hayal kurduğu ve var olmasını istediği, fakat dünyada var olması imkansız gibi görünen bu hayallerini, belki kavuşmak belki de hayal etmek adına, zaman zaman filmlere, romanlara da konu yapmıştır. Fakat hayal gücünü dahi zorlayan bu eylemler, diğer insanlar tarafından, fantastik yada ütopik gibi sıfatlarla yaftalanarak, aslında ne kadar gerçek dışı oldukları vurgulanarak, fikir sahibinin güvenirliliği dahi sorgulanmıştır.
Cennete ancak müminler girer!

Cennetin nimetleri


Cennet ve Cennet nimetleri, iman eden ve Allahu Zülcelal’in vaatlerine güvenen müminler için ütopik yada fantastik kurgu filmi değil; Rabbinin kendisi için hazırladığı bu eşsiz nimetleri düşünerek, huzur ve mutluluk duyduğu, hasret çektiği bütün hazırlanmış eksiksiz nimetlerin en üstünde ‘Cemalullah’ı seyretme ayrıcalığını bulacağı, bunu düşündükçe de yüreğinin muhabbetten kaynadığı bir yerdir.
Asırlardır âşıklar, Allah dostları, cennet nimetleri hakkında bilgiler vermişler, Allahu Zülcelal’in müminler için hazırladığı konukluklardan bahsetmişler. Yunus emre:

Şol Cennet'in ırmakları Akar Allah deyû deyû.

Çıkmış İslâm bülbülleri, Öter Allah deyû deyû…

Diyerek dizeler yazmış.

Allah’a ve ahiret gününe iman etmeyenler de filmlerde ve romanlarda görebildiği hayallerinin ürünü güzelliklerin gerçek olmasını istemişler, bunlara özenmişler. Elinden geldiğince ve gücünün son noktalarını zorlayarak, dünya hayatını o güzelliklere benzetmeye ve Cennette müminler için anlatılan mutluluk ve huzuru yakalamaya çalışmışlardır.

Ancak inançsızlar da dünya şartlarında bunların gerçekleşmesinin imkânsız olduğunu anlaması ve bu güzellikleri sadece hayal etmekle yetinmek zorunda kalışı, ruhlarında derinlemesine bir zevk oluşturamamıştır. Aksine kendilerinde oluşturmaya çalıştıkları hayal ürünü ve sadece dünyaya dair güzelliklerin sonundaki eksikliklerin farkına vardıkça dünyanın gerçek yüzünü görmelerine, ‘keyiflerinin kaçmasına’ sebep olmuştur.

Bunun için en ibret verici örnek Allahu Zülcelâl Hazretlerinin Kuran’da, “Bilmez misin Rabbin neler yaptı ‘Ad (halkın)a, çok sütunlu İrem (halkına), ki bütün o topraklarda bir benzeri inşa edilmemişti?” (Fecr; 7-8) ayeti celilesinde haber verdiği İrem Bağları’dır.

İrem Bağı; Hûd aleyhisselâm zamanında, Âd Kavmi’nin reisi olan ve Hûd aleyhisselâma inanmayan Şeddâd bin Âd isimli bir inkârcının haddisni aşarak: “Ya Hûd! Senin ilahın, o dünyada yaptığı Cennet’le öğünürse ben de bu dünyada bir cennet yapayım ki, onun Cennet’inden daha şahane olsun!” diyerek, dünya servetini dökerek yaptırdığı bir bahçedir.

Fakat bu gün; ne tam olarak yeri bilinmektedir nede o şahane devasa yapıtlardan bir emare kalmıştır geride. İrem bağlarını oluşturan ve onunla böbürlenen insanlar da yok olmuştur.

Allahu Zülcelâl, bizlere, Kuran’da cenneti tarif ederken, dünyada hiçbir şeyle benzeştirilemeyecek ve kıyaslanmayacak geniş nimetlerin varlığını müjdelemektedir.

“Orada diledikleri her şey onlarındır; katımızda daha fazlası da var.” (Kâf; 35) ayetiyle, cennet nimetlerinin genişliği ve aklın alamayacağı çeşitliliğini; “Artık hiçbir nefis, yaptıklarına karşılık olmak üzere, kendileri için gözler aydınlığı olarak nelerin (sayısız nimetlerin) saklandığını bilmez.” (Secde; 17) ayetiyle, sayılamayacak kadar çokluğu ve bunların gözlerde aydınlığa sebep olacak bir sevinç ve ferahlığa sebep olduğu; “Takva sahipleri mutlaka cennetlerde ve pınar başlarında olacaklar. Oraya güvenlik ve barış içerisinde girmelerini söyleyeceğiz. Biz onların gönüllerinden kini söküp attık. Artık kardeşler olarak, tahtlar üzerinde karşı karşıya otururlar. Hiç bir zaman yorulmayacaklar ve oradan çıkarılmayacaklar.” (Hicr; 45-48) ayetiyle, esenlik ve huzur içerisinde olacaklarını beyan buyurmuştur.

Cennete son girecek kimse




Cennete ilk olarak Peygamber Efendimiz sallallahu aleyhi vesellem girecek ama bir de son girenin haline bakalım… Kalbinde zerre kadar iman olan herkes; kimisi doğrudan kimisi de cehennem de cezasını çektikten sonra cennete girer, ancak cennet ile cehennem arasında, yüzü ateşe doğru dönük ehli iman bir kimse kalır. O, cehennemden en son çıkarak cennete girecek olan kimsedir.

- Ya Rabbi! Yüzümü şu ateşten kurtar. Kokusu, dumanı beni kavuruyor, keskin ateşi beni yakıp duruyor, der ve sürekli yalvararak dua eder. Allahu Teâlâ:
- Bu senin dediğin yapılacak olursa başka bir şey istemez misin? Buyurur. O ise;
- Senin büyüklüğüne yemin ederim ki istemem! Der.
Verdiği söz üzerine Allahu Zülcelâl, onun yüzünü ateşten çevirir, cennete doğru döndürür. Cennetin olanca güzelliklerini görünce kendini kaybeder, sonra susar ve biraz bekler. Ve dayanamaz;

- Rabbim? Beni cennetin kapısına yanaştır, der. Allahu Teâlâ:
- Daha başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermemiş miydin? Buyurur. O da:
- Rabb’im! Yarattıklarının en kötüsü ben olmayayım, der. Allahu Teâlâ:
- Bunu da verirsem, başka bir şey istemeyeceğine dair söz verir misin? Buyurur.
- Büyüklüğüne yemin ederim ki başka bir şey istemem, diye söz verince, cennetin kapısına getirilir. Cennetin olanca güzellik ve yeşilliğini, içerideki neşe ve sevinci görünce, yine unutup, yalvarmaya başlar;
- Rabbim! Beni cennete koy, der.


Allahu Teâlâ: - Ey insan! Yazık sana! Sen ne sözünde durmaz bir kimseymişsin! Daha başka bir şey istemeyeceğine dair söz vermemiş miydin? Buyurur. O kimse:
- Rabbim! Yarattıklarının içinde en kötü durumda beni bırakma, der.
Allahu Teâlâ bu hâlden hoşlanır ve cemaliyle güler, cennete girmesine izin verir.
- Bir dileğin var mı? Diye buyurur. O da dilediği kadar diler. İstekleri bitince Allahu Teâlâ:
- Şunu da iste, bunu da iste! Diye hatırlatır. Nihayet dilekleri bitince;
- Bunların hepsi senin, hatta bunun on katı da senin! Buyurur.

Allahu Zülcelâl, cennetine en son gireni de ilk gireni de adeta nimetlere boğacak ve o kulun sonsuz güzellikler içinde saadet bulması için bütün nimetleri emrine verecektir.

Biz de inşaallah, ayetlerin ve hadislerin ışığında, cennet ve cennet nimetlerinden bahsetmeye, anlamaya ve müminleri bekleyen güzelliklerin, sonsuz hayatın ve sonsuz huzurun hayalini hep birlikte kurmaya çalışacağız. Hem tam ve kesin bir inançla…
Ümit ediyoruz ki Rabbimiz, nimetlerinden bahsederek, yüceliğini anlatmamızdan dolayı, bize de o sonu gelmez nimetlerini nasip edecektir...